O zaman anlayacaksın işte, sen
çok özel bir şey yaptın, artık hakkındır, şımarabilirsin.
***
Gana’dan ayrıldığım günler
bulutlu puslu. Net hatırlamak güç. Evin çalışanlarını “veda” akşam yemeğine
davet edip olanları gördükten sonra, bu ülkedeki son günümüzü dahi şaşırarak
geçirdiğimize şaşırışımız…
Masaya koyduğumuz yemeği
yemeksizin, bizden istedikleri plastik kaplara koydular da evlerine taşıdılar.
Mesele tek başına “açlık” veya “fakirlik” meselesi değil. Bulunmayı tercih bile
etmediği bir akşam yemeği masasında, kendini “huzursuz” hissederek oturuyor,
kim bilir başka kaç kişiye daha birlikte olma sözü verdiği o saatte bizimle
beraber olmak zorunda kalmanın sıkıntısını yaşıyor. Gelmişken de, bir kaşık
fazla pilav, 2 kepçe daha yemeğin peşine düşüyor.
Ev arkadaşımın tek tek sürükleyerek
aynı masaya oturtmayı becerdiği 4 çalışanımız (sürükleme faslı gerçek bir 1
saat aldı) yemeklerini koymak üzere mutfaktan buldukları plastik kapları masada
kendi önlerine yerleştirdiler, bizim kendi tabaklarımızdaki yemeği yememizi
izlediler/beklediler. Sonuç olarak olay 15 dakikada tamamlandı, hızla dağıldık.
Sebep olarak yemeği aileleri ile paylaşmak üzere götürdüklerini, tek başlarına
yiyemeyeceklerini söylediler ama bizim çıkarttığımız sonuç şu oldu; farklıyız,
o kadar farklıyız ki bu gecenin böyle oluşu hakkında konuşmaya dinlemeye
çalışır, dener de deneriz ama en iyi ihtimalle birkaç tahminde bulunabiliriz,
onu da yalnızca birbirimizle
konuşabiliriz.. Başkası da anlamaz zaten..
Ertesi sabah evden ayrılmadan
önce, Gana’da bırakacağımız birkaç eşyamızı evin çalışanlarına paylaştırdık;
deterjan ve su yüzünden delik deşik olmuş kıyafetler, çok sıcak ve nemli iklim
şartlarından kavlamış ayakkabılar, bir daha kullanmayacağımız cibinliklerimiz, 6
ayda sararmış nevresimler, bolca sinek böcek ilacı, Gana’da fahiş fiyatlara
satılan basit medikal ilaçlar, mutfaktan kap kacak… Esasında sakin bir sabahtı
başlangıçta.
-
Diana, sen bu kıyafetleri satsan para kazanırsın
değil mi? Mutfak eşyaları da senin olsun, yemek yapmak için gittiğin evlerde
işe yarar
-
Amed, bu cibinlikler senin…
-
Kofi bak bunlar Nathan’ın t-shirt’leri, bi’
baksana sana olur mu?
…derken evin arka kısmında
yaşayan öğrenci kızların katılımını da içeren bir talan başladı evde.. İnanılır
gibi değil, aşçımız ve şoförümüz bir french press demliğini paylaşamayıp kavga
etmeye başladılar; Gana’da french press’e göre çekilmiş kahve bile yok!
Olayın garipliği bir yana, Gana’yı
olduğu gibi kabul etmeyi asla kabullenmeyen sevgili arkadaşım da kavgaya
karıştı (Amed’e, french press’i nasıl kullanacağını bile bilmediği halde Diana’yı
kıskandığı için almaya çalıştığına ikna etmeye çalışıyordu :) Ay’da yaşayan bir
grup insanla Venüs’teki düzenin doğruluğunu tartışmanın yersizliğini öğrendik
biz burada aylardır…
***
Sonra ilk havaalanı; ilk yolculuk
Sonra ikinci havaalanı; ikinci
yolculuk
Sonra üçüncü havaalanı ve
İstanbul
Canım İstanbul. Evim barkım;
kokum nefesim rengim İstanbul!
Aniden başlayan yeni hayat. Yeni
değil de eski hayat. Bisiklet sürmek gibi hayat; bıraktığın yerde devam
ettiğin.
Yeni evim, yeni semtim.
Alışkanlıklarım yenilendi, köprüye ve trafiğe veda ettiğim bu yeni mahallede
ayrı bir şehre taşınmış gibiyim. Gana’yı dünde değil de ayrı bir hayatta
bırakmış, yalnızca şehir değiştirmiş gibiyim. Unutmak gibi değil; iki dünyayı
aynı anda zihnimde tutamamak gibi.
Geldiğimde Özcan dedi ki; O’nun
tadını aldın artık, bağımlısın” Hele bir geçsin şu önümüzdeki 2 ay, çeker yine
seyehatler, duramaz- kıpırdanır plan yapmaya başlarsın..
***
Elif Şafak “gidebileceğini bilmek”ten
bahsetmişti bir zaman… Aslında gitmek istemese de, kalmaktan memnun da olsa,
gidebileceğini bilmeye duyulan ihtiyaçtan söz etmişti.
Bir tane “an” seçiyorum bütün şu
6 aylık maceradan..
Bir geceyarısı.. Tek başına
olmanın verdiği endişeden bacaklarım titreyerek çıktığım seyehatin ilk gecesi; bir
yol kenarı otelinin bar/restoranında muşamba kaplı yağlı bir masada yerel bir
yemek yiyorum. Ortalık loş, yan masada telefonumu almaya çalışan 3 Gana’lı,
kucağımda fotoğraf makinam. Yorgunum, koku yüzünden duş/tuvaletine adım atamadığım
odam sebebiyle pisim.
Çok mutluyum.
Ekvatorda, “Afrika’nın derinlikleri”
diye adlandırılan bölgedeki ülkelerinden birinde tek başıma seyehat ediyorum.
Sadece seyehat değil, ben burada çalışıyorum da üstelik. Evim var, yaşamın bir
parçasıyım; burayı tanıyorum, tek tük dilini bile konuşuyorum. Ve tek başıma
çıkıp geziyorum.
Çok mutluyum.
“Gidebileceğini bilmek”ten
bahsetmişti Elif Şafak…
Dünya’da öyle bir mutluluğun varlığını
görmek, sadece kendin olmaktan ötürü.
Ve gidebileceğini bilmek.
Herşeye, her şeyden.
SON.