10 Eylül 2011 Cumartesi

“CUT-PASTE” ETTİĞİM YATAK

Eski yazılarımdan birini karıştırdım bugün, bir cümle gördüm;

“6 ay sonra nerede ve nasıl bir yatakta uyanıyor olacağım acaba...”

********

Psikiyatristler diyorlar ki, ev insanın kimliğini “ben”liğini simgelermiş. Yaşantımı 6 aylığına cut-paste yaptığım bir dönemde resim olarak yatak seçmiş olmak anlamlı geldi, unutmuşum bunu...
Öyle ya , insan uyandığında en makyajsız, en “üst-baş”sız, en dağınık haliyle yatakta bulmaz mı kendini... Bilinç altı/üstü karışmıştır, o an kimsenin dahil olamayacağı kadar kişiseldir, yalnızca kendi kendineyken olabildiğin kadar “sen” olursun yeni uyandığında.
Düşününce, yatak, çok “ev” bir imge. Ev. Evim. Yeni evim.

*********

Yatağım büyük ölçüde belli oldu diyebiliriz; sabahları Kumasi kentinde, resmi adres kullanılmadığı için el yordamıyla tarif edilen mavi bir binada uyanacağım. Her sabah 6’da aydınlanan güne, yaklaşık 2 saat sonra gözümü açacak, üstüme beyaz bir t-shirt ile kısacık bir şort çekip kendimi dışarı atacağım. (“Dışarı atmak” kısmı Afrika’ya özel değil, bu her zamanki benim :)

Yatağımın şekli şemali nasıl olur bilemiyorum, çevremizde bir baraj gölü dışında su bulunmayacağı ve kuru mevsimde olacağımız için nemi çok yüksek hissetmeyeceğimizi umuyorum. Dolayısıyla kuru bir yatak olacak. Buradan bir çift nevresim taşımayı planladığımdan, ya beyaz yada siyah kumaşlar içinde olacağım.

Evimiz 2 katlı, bahçesi var. Ben alt kattaki odalardan birindeyim. Fotoğraftan anlaşılan o ki, apart yapılmış binalardaki gibi, odaların bahçeye açılan kapıları bulunuyor.  Bu da kapımın önüne alışan kediler, köpek(ler?) ve kuşlar demek. Gülmeyin kardeşim, hayal değil mi? :)

***********
Geçen senelerde VITAL projelerine katılmış insanlar, döndüklerinde adaptasyon sorunu çekmişler. 

Sanırım bir tür sanal gerçeklik doğuyor gönüllü gidilen –uzakazgelişmiş/hertürlüyabancı- ülkelerde. Yaşamın, dünyanın neresinde daha “gerçek” olduğu sorgulanır ama gerçek (=sana ait) hayattan bir süreliğine sıyrılıp, başka insanlarla, kimseye ait olmayan bir yaşamı paylaşmak mutlu ediyor olabilir.  Yoksa elektriğin, internetin günlerce kesilebildiği, “temiz su bulmak” diye bir gündemin var olduğu, geceleri yaşantının güvenlikle korunan evlerde paylaşıldığı bir yaşamı buradakinden daha güzel kılan ne olabilir ki?

Mutluluk ne enteresan duygu. Daha mutlu olmak için üniversiteler kazanıyor, işler buluyor, maaş ve terfiler için işler değiştiriyor, büyük büyük alışverişler yapıyor insan. Sonra gidiyor 5 derece kuzey paralelinde ormanın ortasında buluyor ne buluyorsa, dönesi gelmiyor.

************

Kıbrıs’tayım. Kongre için geldim, birkaç gün kalıp döneceğim. Psikiyatriyle bir tür vedalaşma. Hocalar, ortam, topuklar.

–kahvaltıda, standda, oturum çıkışında, lobide, kahve içerken, bilimum kişiyle - sıkılana kadar;
“Evet, görüşememiştik kaç zamandır, havadislerim var; Gsk’nın desteklediği uluslararası bir proje için Afrika’ya gidiyorum, 6 ay boyunca Birleşmiş Milletler’e ait bir projeyi yürüteceğim”
*******

P.S.1 Bu arada bunları yazarken bir şeyi ölesiye merak ettim, acaba Gana’nın psikiyatri hastaneleri nasıldır... Gsk Gana’daki CNS PM’i beni ikili ziyarete götürür mi? :)

P.S.2 “Havadislerim var...” diye başlayan cümlemin her seferinde evleniyorum zannedilmesini ne yapacağız? :)

 Sevgiler,