31 Ekim 2011 Pazartesi

ANNE BEN FETİŞ RAHİP GÖRDÜM!

“Kumasi’ye yakın bir kelebek koruma bölgesi varmış, Bobiri diye bir orman…”
***
Bir gün öncesinde –çok bunaldığım bir an için buralara kadar getirmiş ve saklamakta olduğum- Elif Şafak’ın İskender’ini “azıcık karıştıracağım canım, konusu neymiş ona bakacağım” kandırmacasıyla elime alışım… Akşamı ve geceyi Cemile, Pembe, İskender, Âdem, Esma, Yunus ve ailelerinin geri kalanıyla geçirdikten sonra kitabı –okumak denmez ona- tüketişim…
***
Ahmad bizi almaya geldiğinde, günübirlik yaptığımız tüm gezilerde olduğu gibi saat 10.00 olmuştu. Gece okuduğum 400 sayfanın yüzümde bıraktığı iki mor torbacık ile–biraz da gönülsüzce- uyandım. Güneş losyonumu ve sinek spreyleri sürdüm, saçlarımı topladım, botlarımı giydim, termosu doldurdum. 1 saatlik mesafedeki bir ormana gidiyoruz bu sefer. Kumasi’den çıktıktan sonra 30 km’lik yol. Trafiğe bağlı olarak 1 ila 2 saatte varacağız demek. Fakat bugün cumartesi, “cenaze kutlamaları” yolları tıkayacağından biraz daha uzun sürmesine hazırlıklı olmak gerek. (Öyle… Cenazeler kutlanıyor burada; bizim asker yolcu eden davullu zurnalı konvoylar gibi, ardı ardına dizili minibüslerin camlarını sonuna kadar açıp, bedenlerini dışarı sarkıtarak oturan delikanlılar ıslık çalıp eğlenerek cenaze arabasına yol açıyorlar. Cenaze evine vardıklarında, ölmüşün ruhunun boyut değiştirmesini kutlayacak, onun adına sevinecek, içki içerek dans edecekler. )
Yolları tıkayan müzikli- ıslıklı- kalabalık cenaze konvoyları, sokaklarda çırılçıplak soydukları çocuklarını orta yerde başından aşağı buz gibi su dökerek yıkayan anneler, yollar boyunca içi çamur dolu hendekler, dikine kesilerek ikiye ayrılmış varillerden yapılma ocaklarda pişen plantain, sabaha karşı her sokakta yakılmış çöpüninsanın saçına sinen dumanı ve şehrin arka planından beri bizi hep takip eden Afrika vurmalı ritimleri arasında uzun ve keyifli bir Kumasi yolculuğu yapıyoruz önce. Aklımda Elif Şafak’ın kelimeleri,–gerçekyalan- karakterlerinin her biri ayrı endişesi, iki nesil öncesinde yaşayan Pembe’nin çocukluk anısının bir İngiliz kızının hayatına etkisi. Çifte standartlı hayatın ikinci standardının hayat bulduğu şehirde, mutluluğun standartla ilgisini olmadığını öğrendiğim günü hatırlıyorum.
***
Kumasi’den çıkmayı başarabildiğimizde 1,5 saat geçmişti bile. Şehrin dışına çıktığımız sırada Kumasi Üniversite kampusunun içine yöneldik. Güzergâhımız bir şekilde kampusun içinden geçiyordu, ilgiyle çevreyi izlerken aklımdan “buraya başka ne isim koysak uyar” oynamaya başladım kendi kendime; yaşlı ormanın kampüsü, vahşi doğada üniversite hayatı, plantain bahçesine bilim… Dev bir alana kurulu okulun bina-sız kısımları balta girmemiş orman sanki. Her taraf ağaç, çalı, çiçek, alabildiğine yeşil. Binalar geniş, modern ve temiz. Neredeyse bizim okul kadar güzel diyeceğim ama... Abartmayayım :)
Kampusun ardından bir ana yol çıktı karşımıza, sonra dar bir mahalle aralığı geçtik, horozlar, keçiler, her günün klasiği “obroni” diye bağıran çocuklar derken bir orman yoluna saptık. Türkiye’de olsa bu noktada “buradan sonra yol yok, trekking yapacaksınız” diyip atarlardı arabadan adamı. Amed kendine güvenli, “devam edeceğiz, merak etmeyin” dedi. Derinliğini bilmediğimiz içi su dolu oluklardan, belli ki orada olmaması gereken kamyonların lastiklerinin yol açtığı dev hendeklerden geçtik. Hoplaya zıplaya!
***
Velhasıl kelebek koruma alanına geldiğimizde inanılmaz bir şey oldu… Her taraf kelebek! Her rengi, küçüğü, büyüğü, süslüsü, bozu… O kadar çok ki, insanın ayaklarına dolaşıyor. Hatta ara ara poz bile verdiler diyebilirim. Çiçek böcek fotoğrafına oldum olası meraklı değilim ama kendimi minyatür kelebek desenlerini yakalamaya çalışır, yerlerdeki küfü mantarı fotoğraflar buldum. Bu arada rehberimizin, bu eşi bulunmaz ekvator ormanlarındaki, adını asla telaffuz edemeyeceğim ağaçları; onlardan yapılan boyayı, ilaç hammaddesini, baharatı anlatışı kulağıma çalınıyor, bildiğimiz dünyadan hızla uzaklaşıyor gibiydim.

 Orman bir şekilde dokunuyor insana, kendi tarzında buyur ediyor gibi. Göremediğin örümcek ağları kollarını sıyırıyor, nemden alnında iki damla ter oluşuyor, sıcaktan çok bunaldığın sırada ufak bir esinti seni serinletiyor…










Çok yaşlı ormanlar bunlar, 30 metrenin üstüne çıkan Baobab ağaçları var (bu ağacın adını duyduğunda “şeker portakalı”nı okumuş olan arkadaşlarım gülümseyecekler :) Veya eskiden sarmaşık olup, sarıp sıkıştırarak içinde erittiği ağacın tepesinde ikinci katı yükselen bitkiler var. Bazı ağaçlar o kadar yaşlı ki, köklerinin toprağın yüzeyinde kalan kısmı bile ikinci bir ağaç kadar.

Kelebeklerle vedalaşmak zor da olsa, çektiğimiz fotoğraflardan tatmin olmuş şekilde arabamıza döndük. İkinci durak, geleneksel bir Asante evi. Önce pek ciddiye almadım ama UNESCO koruma altına almış burayı. Hem geleneği iyi yansıttığından, hem de inanç sisteminin kuvvetle temelini oluşturduğundan. Bakınız anlatayım;

















Ortada altından bir taht var, Asente halkının (hayata gelecek, gelmiş ve ölmüş) tüm bireylerinin ruhunun özünü oluşturduğuna inanılıyor. Köle ticareti sırasında İngilizlere kafa tutmalarına ve ardından yönetimi tamamen kaybedecekleri “altın taht savaşı”na sebep olacak kadar önemli. Savaş sonrasında yenilseler de tahtı saklamayı bir şekilde başarmışlar.  
Tahtı kurtararak saklayan kişi “kraliçe ana” bu evde yaşamış. Tahtın ruhunun hala bu evde bulunduğuna inanıyorlar. (Esasında Asente’nin tüm bölgeleri bir kadın bir erkek tarafından yönetiliyor, kadın yöneticiye verdikleri genel isim Kraliçe Ana.)





Gana’da, tıpkı bu ev gibi, içinde bir ruh barındırdığına inanılan -bir tür türbe- binalarda birer “geleneksel din adamı” bulunuyor; ismi fetiş rahip. Bu din görevlisinin tek amacı, içerdeki ruhun rahat etmesini sağlamak. Gelen misafirlerin uygun şekilde ziyaretini kontrol ediyor, usulünce ritüeller uyguluyor. Misafirler bu kişiye, sürekli verilen ruhani hizmet karşılığında bağışta (para, hayvan, içki vs cinsinden) bulunmak zorunda. 
Fetiş rahibin fotoğraflarını -bu mülayim adamın neresi fetiş diyeceksiniz biliyorum!- facebook'tan görebilirsiniz, çabaladım ama buraya koyamadım :)

***




P.S. Bu arada güzel haber var; Dommie Cuma akşamı arayarak sunduğum projenin bir kısmına onay çıktığını söyledi, pazartesi çalışmaya başlıyoruz :)
P.S. Facebook sayfasına bolca fotoğraf yükledim, “like” edip devamlı takip etmek isterseniz;


Sevgiler,