22 Temmuz 2012 Pazar

SON

“Döndüğünde 3 ay sürecek” demişti; alışman, yeniden uyum sağlaman… Sonra tatlı kısım gelecek, ödül gibi bir şey; insanlar merak edecek, soracak, ilgi çekici bulacak. Sonra, yaptığın şeyin ne kadar “enteresan” ne kadar “farklı” olduğunu hatırlatacaklar sana verdikleri tepkilerle. Tanımadığın sofralarda duymadığın diyaloglarda özenileceksin.

O zaman anlayacaksın işte, sen çok özel bir şey yaptın, artık hakkındır, şımarabilirsin.

***
Gana’dan ayrıldığım günler bulutlu puslu. Net hatırlamak güç. Evin çalışanlarını “veda” akşam yemeğine davet edip olanları gördükten sonra, bu ülkedeki son günümüzü dahi şaşırarak geçirdiğimize şaşırışımız…

Masaya koyduğumuz yemeği yemeksizin, bizden istedikleri plastik kaplara koydular da evlerine taşıdılar. Mesele tek başına “açlık” veya “fakirlik” meselesi değil. Bulunmayı tercih bile etmediği bir akşam yemeği masasında, kendini “huzursuz” hissederek oturuyor, kim bilir başka kaç kişiye daha birlikte olma sözü verdiği o saatte bizimle beraber olmak zorunda kalmanın sıkıntısını yaşıyor. Gelmişken de, bir kaşık fazla pilav, 2 kepçe daha yemeğin peşine düşüyor.

Ev arkadaşımın tek tek sürükleyerek aynı masaya oturtmayı becerdiği 4 çalışanımız (sürükleme faslı gerçek bir 1 saat aldı) yemeklerini koymak üzere mutfaktan buldukları plastik kapları masada kendi önlerine yerleştirdiler, bizim kendi tabaklarımızdaki yemeği yememizi izlediler/beklediler. Sonuç olarak olay 15 dakikada tamamlandı, hızla dağıldık. Sebep olarak yemeği aileleri ile paylaşmak üzere götürdüklerini, tek başlarına yiyemeyeceklerini söylediler ama bizim çıkarttığımız sonuç şu oldu; farklıyız, o kadar farklıyız ki bu gecenin böyle oluşu hakkında konuşmaya dinlemeye çalışır, dener de deneriz ama en iyi ihtimalle birkaç tahminde bulunabiliriz, onu da  yalnızca birbirimizle konuşabiliriz.. Başkası da anlamaz zaten..

Ertesi sabah evden ayrılmadan önce, Gana’da bırakacağımız birkaç eşyamızı evin çalışanlarına paylaştırdık; deterjan ve su yüzünden delik deşik olmuş kıyafetler, çok sıcak ve nemli iklim şartlarından kavlamış ayakkabılar, bir daha kullanmayacağımız cibinliklerimiz, 6 ayda sararmış nevresimler, bolca sinek böcek ilacı, Gana’da fahiş fiyatlara satılan basit medikal ilaçlar, mutfaktan kap kacak… Esasında sakin bir sabahtı başlangıçta.

-       Diana, sen bu kıyafetleri satsan para kazanırsın değil mi? Mutfak eşyaları da senin olsun, yemek yapmak için gittiğin evlerde işe yarar

-       Amed, bu cibinlikler senin…

-       Kofi bak bunlar Nathan’ın t-shirt’leri, bi’ baksana sana olur mu?

…derken evin arka kısmında yaşayan öğrenci kızların katılımını da içeren bir talan başladı evde.. İnanılır gibi değil, aşçımız ve şoförümüz bir french press demliğini paylaşamayıp kavga etmeye başladılar; Gana’da french press’e göre çekilmiş kahve bile yok!

Olayın garipliği bir yana, Gana’yı olduğu gibi kabul etmeyi asla kabullenmeyen sevgili arkadaşım da kavgaya karıştı (Amed’e, french press’i nasıl kullanacağını bile bilmediği halde Diana’yı kıskandığı için almaya çalıştığına ikna etmeye çalışıyordu :) Ay’da yaşayan bir grup insanla Venüs’teki düzenin doğruluğunu tartışmanın yersizliğini öğrendik biz burada aylardır…

***

Sonra ilk havaalanı; ilk yolculuk
Sonra ikinci havaalanı; ikinci yolculuk
Sonra üçüncü havaalanı ve İstanbul
Canım İstanbul. Evim barkım; kokum nefesim rengim İstanbul!

Aniden başlayan yeni hayat. Yeni değil de eski hayat. Bisiklet sürmek gibi hayat; bıraktığın yerde devam ettiğin.
Yeni evim, yeni semtim. Alışkanlıklarım yenilendi, köprüye ve trafiğe veda ettiğim bu yeni mahallede ayrı bir şehre taşınmış gibiyim. Gana’yı dünde değil de ayrı bir hayatta bırakmış, yalnızca şehir değiştirmiş gibiyim. Unutmak gibi değil; iki dünyayı aynı anda zihnimde tutamamak gibi.
Geldiğimde Özcan dedi ki; O’nun tadını aldın artık, bağımlısın” Hele bir geçsin şu önümüzdeki 2 ay, çeker yine seyehatler, duramaz- kıpırdanır plan yapmaya başlarsın..

***

Elif Şafak “gidebileceğini bilmek”ten bahsetmişti bir zaman… Aslında gitmek istemese de, kalmaktan memnun da olsa, gidebileceğini bilmeye duyulan ihtiyaçtan söz etmişti.
Bir tane “an” seçiyorum bütün şu 6 aylık maceradan..
Bir geceyarısı.. Tek başına olmanın verdiği endişeden bacaklarım titreyerek çıktığım seyehatin ilk gecesi; bir yol kenarı otelinin bar/restoranında muşamba kaplı yağlı bir masada yerel bir yemek yiyorum. Ortalık loş, yan masada telefonumu almaya çalışan 3 Gana’lı, kucağımda fotoğraf makinam. Yorgunum, koku yüzünden duş/tuvaletine adım atamadığım odam sebebiyle pisim.
Çok mutluyum.
Ekvatorda, “Afrika’nın derinlikleri” diye adlandırılan bölgedeki ülkelerinden birinde tek başıma seyehat ediyorum. Sadece seyehat değil, ben burada çalışıyorum da üstelik. Evim var, yaşamın bir parçasıyım; burayı tanıyorum, tek tük dilini bile konuşuyorum. Ve tek başıma çıkıp geziyorum.

Çok mutluyum.
“Gidebileceğini bilmek”ten bahsetmişti Elif Şafak…
Dünya’da öyle bir mutluluğun varlığını görmek, sadece kendin olmaktan ötürü.

Ve gidebileceğini bilmek. Herşeye, her şeyden.

SON.