15 Şubat 2012 Çarşamba

BİBİNİ OBRONİ’YE ANLATTI: KADIN -2. BÖLÜM


Önceki yazıda sözünü ettiğim Gana St Louis kızları “kadının kimliği” konusu çalışmaya başladığı an itibariye, bizim kültürümüze yakın ve taban tabana zıt bir sürü satırbaşı anlattılar bana. Birkaç satırbaşını özetlemek istedim, rapor ortaya çıkınca son halini ayrıca paylaşacağım…
***
“Kadın” kelimesini duydukları anda haliyle akıllarına en belirgin kimlik geliyor, anne. Dolayısıyla “aile içindeki kadın”ı konuştuk önce; anne, eş, gelin ve evin bütçesinin yarısını kazanan kişi olarak.
Anne olarak kızların ve oğulların rol modeli, çocukların her şeyi, yol göstereni. Bu anlamda baba ile pek rol paylaşmadığını anlıyoruz, beklenilenin aksine, oğullar üzerinde de. Onun dışında tabii ki yemek, temizlik, bütün ailenin üstünün başının dikilmesi, giyinilmesi ve evin alışverişi annenin sorumluluğunda.
(Gana’da hazır giyim sektörü bulunmuyor, yeni yeni şehir merkezindeki birkaç dükkan hazır dikilmiş kıyafet satmaya başlamış ama standart beden veya fabrika üretimi giyim çok sınırlı. İlla ki Avrupa tarzı istiyorsanız, ikinci el mağazalarında, Avrupa veya Amerika’dan getirilmiş kullanılmış kıyafet alabiliyorsunuz. Bu da azımsanmayacak kadar çok kullanılan bir diğer seçenek. Onun dışında, klasik Afrika desenlerinde baskı kumaşlar alınıyor, ailenin ölçülerine göre terziye diktiriliyor. Bunları da anne takip ediyor.)
Gana’da “obroni” için tasarlanmış, konserve ve paketler içindeki ithal yiyecekleri değerinin 10 katına satan süpermarketler haricinde alışveriş, Kumasi’de bulunan ve Batı Afrika’nın ihtiyacını karşılayan, bölgenin en büyük marketi Kejetia’dan karşılanıyor. (Market’i merak edenler için, tıklayınız) Bir bölümden diğerine ilerlemenin 1 saat alabildiği dev bir açık alan marketi olan Kejetia’dan günlük mutfak alışverişini kadınlar yapıyor. Erkeklerin markette satıcı olması kadar, müşteri olarak dolaşması da “komik”. Et bölümü dışında erkek görüyorsanız onun evli olmadığını anlıyorsunuz.
Bunlara ek olarak, anne; baba dahil olmak üzere tüm ailenin ruhani lideri de sayılıyor. Dindar kimliği çok ön planda olan ülkenin kadınları aile için dua eden, onu kutsayan, koruyan bir kimliğe sahip. Her Pazar kilisede 4,5 saat süren bir programa katılıyorlar. Sürekli dua edip, ara ara kilisenin eğitim programlarına yazılıp hafta içi akşamlarını da orada geçirebiliyorlar. Bunu bir de erkeklerden dinlemek lazım tabii. Kadınların duygusal anlamda çok zayıf oldukları için tanrıya sığındıkları, gerçek sorunlar karşısında bireyler olarak çözüm bulmayı değil, işi gücü bırakıp günlerce kilisede ağlayıp dua ederek sıkıntılarını dağıttıkları yorumu gelmişti bir keresinde…
Evlilik yaşı, ülkenin bölgelerine, bağlı olunan kabileye ve eğitim seviyesine göre çok değişiyor olmakla beraber en erken 17-18. Okul bittiğinde (artık hangi seviyeye kadar okumuşsa) ya çalışmaya başlıyor ya evleniyor. “Ev kızı” fikri hiç yok. Bir kadın, genç yaşlı; bekar, evli fark etmiyor, çalışmadan evde oturuyorsa hakkında dedikodu çıkıyor, hasta olduğu, yol yordam bilmediği, tembel olduğu gibi. Bunlar kızın evlenmesini engelleyecek, Gana’da kadın olmanın en temel görevlerinin uygulanmadığı anlamına gelecek söylentiler tabii…
Evlilik öncesi bekâret, Afrika’nın dine en çok önem veren ülkelerinden biri olan Gana için kadının her şeyi demek. Haliyle evlilik öncesinde mutlaka aranıyor. Evlendikten sonra bakire olmadığı anlaşılan kadının evliliğinin uzun sürmeyeceği, o ailenin mutlu olmayacağı çünkü bu kadına güvenilemeyeceği söyleniyor. Bu noktada cinayet var mı emin değilim, araştırmanın sonunda çıkar eminim. Bunlar kızların söyledikleri tabii; bunun yanında Gana eğitim raporlarında kızların okul terk oranlarının yüksekliğine işaret ederken sebepler arasında “ergen hamilelikleri” de gösteriliyor.
***
Kadınların neredeyse tamamı –eli ayağı tuttuğu sürece- çalışıyor; yaptıkları iş, bir şeyler satmak. Kejetia Market’in %85’inin kadın satıcılardan oluştuğu söyleniyor. Bunun dışında birkaç meslek daha var yaptıkları; kuaför veya terzi de olabiliyorlar. Sürekli dışarıdalar, kadın başına düşen çocuk oranının 6 olduğu düşünülünce (bu arada merak edenler için bu rakam Türkiye’de 2,6) genç kadınların bir taraftan baktıkları bebekleri var. İş zaten dışarıda, bebek de sırtta kundaklanarak taşınıyor zaten (nasıl yani diyenler için, tıklayınız) haliyle bebekler de iş’e geliyor :) O insan seli markette sırtlarda bebekler, alışmışlar da zaten, ya uyuyor, ya etrafı seyrediyor, ya annesinin sırtını emiyor. Enteresan bir ilişkileri var anneyle, sürekli bedenine dokunuyor olmanın sıcaklığı olabilir, ağlamıyor, kıpırdanmıyor, kimseyi rahatsız etmiyorlar. Azıcık büyüyüp de ayaklanınca, okula gidene kadar, işin bir ucundan tutuyorlar zaten onlar da.  Bebek bakıcısı fikri yok. Kadınlar ofislerde çalışacak kadar okumadıkları, beyaz yakalı iş yapamadıkları için iş ortamlarına bebek getirmekle ilgili sıkıntı çekmiyorlar.
Okumuş kadınlar da var, şimdilik oranını bilemiyorum ama Gana’da veya yurt dışında okumuş zengin ailelerin çocukları beyaz yaka meslekler de edinmişler. Avukatlar, okul müdürleri, hatta şirket yöneticileri var. Kadınların parlamentoya girme hakkı bile bulunuyor da ne kadar adamdan sayıldıklarını raporun tamamlanmasıyla birlikte anlayacağız. Bu aralar “School to School” projesine, bizim Wilfred gibi koordinatör olarak çalışacak ikinci kbir işi aranıyor. Programa katılan öğretmenler arasında başarılı bir kadın, bu pozisyona aday oldu diye kıyamet koptu. Programdaki diğer erkekler, Wifred, hatta projenin alt grup yöneticilerinden Hannah ve her şeyin başındaki kadın Abenaa bile, kadınların teknoloji, bilgisayar ve internet konularında doğal bir “yeteneksizlikleri” bulunuğunu, bir kadının bu işi yeterince kaliteli yapamayacağını savundular. Wilfred Stacie’ye yalnız kaldıkları bir anda “Bak bizim kadınlarımız böyledir, yapamazlar” demiş de kavgalar edildi, kapılar çarpıldı.
***
Bu noktada süper ironik bir konuya geliyorum!
Kadın kimliği, yaşanan bölgeye, kabileye göre değişiyor demiştik ya; Ashanti kabilesi (başkenti Kumasi olan, bizim bu çevrenin insanını kapsayan, ülkenin en büyük kabilesi) geleneksel anlamda kadına farklı bir yerden bakıyor. Kadın, kabilenin varlık ve sürdürülebilirliğinin simgesi. Çünkü doğurabiliyor, kanı taşıyor.

Kabilenin erkeklerden sorumlu bir kralı, kadınlardan sorumlu da bir ana-kraliçesi (Queen-Mother) var. Soyun devamını, -asil kanı taşıdığı için- kadın sağlıyor. Bu şu demek; kraliyet ailesine damat olarak gelen erkekler kral olamıyorlar. Kral ancak, ana-kraliçenin çocuklarından biri olabiliyor. Kral-kraliçenin karı-koca olmasına gerek yok. Bu bir yönetim işi olarak algılanıyor, ana oğul ikisi de evli olabilir; birlikte ülke yönetiyor olabilirler. Ayrıca aile denince ana-kraliçenin kardeşleri ve kardeşlerden kız olanların çekirdek aileleri de dahil düşünülüyor. Doğan çocuk erkek olmuşsa soy orada kısır kalıyor. Bilmem bir şeylerin tam tersi olduğunu düşündürdü mü size de..?

Tabii Ashanti büyük kabile, 2 milyon insanı kapsıyor; bir büyük kent, Kumasi, birkaç ilçe, yerleşke ve belki yüzlerce köyden oluşuyor. Alt bölge ve köylerin de kendi otoritesi şefleri var, tüm bu düzende ana-kraliçe hep var. Sığınılası, koruyan kollayan, “anlayan” bir kimlik. Bu düzen şu anda hala var ama kadını yalnızca “ana-kraliçe” ise sayar olmuşlar. (Ne olmuş, nasıl olmuş da bu algı bozulmuş merak ettim. Bu konuyu kendim araştıracağım, bir şey bulursam yazarım.) Onun dışında Gana aile yapısı dendiğinde, büyükbabayı aile reisi sayan, ailenin erkek kardeşlerinin çekirdek ailelerini de içine alan bir geniş aile sayılıyor. Büyük baba vefat ettiğinde “reis”lik büyük erkek kardeşe geçiyor, babası için cenaze organizasyonundan başlayarak ailenin tüm önemli kararlarını o veriyor. Bırakın kadını, -kendi ailesi ile ilgili bile olsa- küçük erkek kardeşin fikrini de saymıyorlar. Kızların söylediğine bakılırsa en büyük amca karar verirmiş kızların evlilik onayını bile. Aile reisinin lafına karşı çıkarsan, kadın olarak öldürülmen bir seçenek olur diyorlar.

Benimkiler biraz daha zengin ailelerin, üniversiteye gidecek kızları. Akıllarına gelen genel kültür birikimi paylaşıyorlar; araştırdıkça anlayacağız bu cinayetlerin filan görülme oranlarını. Ama içimden bir ses çok yaygın olduğunu söylüyor…


Sevgiler,

Esra