8 Kasım 2011 Salı

Bİ' KAMYONET SIRTINDA TAŞINMADIĞIMIZ KALMIŞTI! :)

-          Yok artık!
-          Az kaldı, çok az kaldı bu adam bizi burada bırakıp gidecek, kalacağız ormanın ortasında...
-          Şu uçan şey yarasa mı?
-          Arkadaşım çok güzelmiş senin araban… Sen ne kadar iyi bir şoförmüşsün, gittiğimiz yere varınca sana fazladan bahşiş vereceğiz, tamam mı?
-          Aaaaaa ateşböcekleri.. Ne kadar çoklar!

***
Geçtiğimiz hafta Gana devleti, resmi tatil olmayan Kurban Bayramı için, aniden 1 günlük tatil ilan etmeye karar verdi. Perşembe günü, hiç durmadan konuşan ofis arkadaşım Thompson’un telefonuna gelen çağrı ile öğrendik ki; haftaya Müslümanlar için önemli bir gün mü varmış ne, pazartesiyi bayram ilan etmişler…
Steffi ve (MDC Amerika’dan 2 haftalık iş seyahatine gelen Amerikalı) Emily ile birlikte apar topar tatil planı yapıp, güneye doğru yola çıktık. Turist rehberi kitabımızda ve otobüs kalkış/varış çizelgelerine göre 5 saat süren bir otobüs yolculuğunun ardından varmayı umduğumuz Takoradi’den dönülen yarım saatlik bir orman yoluna sapacak, doğa harikası otelimizde, tropik deniz ortamı yaşayacaktık. Bizim Bodrum ve ilçeleri misali, birbirine çok yakın görünen bir sürü ilçede timsahlar beslemek olsun, deniz fenerine tırmanıp balina fotoğrafı çekmek olsun, suyun yüzeyine kurulu köyü ziyaret olsun pek çeşitli planlar yaptık. Kiiiiiiiii….
Neredeyse 1,5 ay olacak geldiğimizden bu yana, ısrarla öğrenemiyoruz. Gana saati farklı, Gana’da mesafe fikri farklı.
***
Yola çıkmamızın ardından geçen 7,5’uncu saatte Takoradi’ye vardık. Gece karanlık olmuştu ama olsun’du; bu ülke güvenli bir yer’di; bir taksi bulacak, yarım saatte otelde olacaktık… :)
Taksiyi bulduk, orman yoluna saptık. Yol, gerçekten “kitap”ın da söylediği gibi 3 km fakat toprak! Yağmuru yedikçe oyulmuş, iki taraftan ormana doğru kaydıkça daralmış yumuşak kırmızı topraktan hem de. Yolda bir oyuklar, bir hendekler var, anlatılacak gibi değil! Çapı, arabanın boyu kadar olan oluklar geçtik. O şoför; o ışıksız, o kuş uçmaz kervan geçmez yolda, hiç söylenmeden o olukların içine bata çıka götürdü bizi.
“N’olur kalmayalım şu yolda, n’olur şu oluklar derin olmasın, motor ıslanmasın, benzin bitmesin, kalırsak kurtulamayız buradan, n’olur n’olur n’olur….”
Velhasıl 9. Saatin sonunda otelimize ulaştık :)
***
Otel dediğime bakmayın, “lodge” diye geçiyor, Gana’da çokça var bunlardan; butik otel mantığıyla yapılmış, yalnızca birkaç kişiyi misafir edebilen, onun dışında çadırıyla gelenlere alan veren bir misafirhane. İsmi Desert Rose Lodge, 5 sene önce Batı Afrika turuna çıkmak üzere Gana’ya gelen fakat arabaları bozulduğu için bölgede uzun bir zaman geçirmek zorunda kalmış, sonra da kendilerine arazi satın alıp burayı açmış-  İsveçli genç bir çifte ait. Düşündüğümüz ilçeler arası keşif turlarını –korkunç yol ve 3 km yolu 1,5 saatte gelmiş olmanın acısıyla- yapamayacağımızı keşfedince, yakınlarda zaman geçirmeye karar verdik.













Her seferinde aynı şey oluyor. Gana’da deniz kenarı bir yere gitmeye karar veriyoruz, çantaları hazırlıyoruz; bikiniler, havlular… Sonra oraya varınca, denize girip vakit kaybetmek yerine, bir yerlere yürüyesimiz geliyor. Yine aynısı oldu. Bizim konakladığımız yerin az ilerisinde, sırtında çantasıyla sahili gezen “obroni”ler tarafından çok tutulan, ünlü bir mekan var; ismi Green Turtle Lodge. (Bu sahile deniz kaplumbağaları geliyor yumurtlamaya, özel koruma altında bir alan, geceleri Green Turtle’dan rehberli tur yapılıyor kaplumbağa görmek için) Orada yer bulamadık diye üzülmüştük ama madem yakınmış dedik, yürüyelim orman yolundan, hem görmüş oluruz.
Klasik. 1,5 saat yürüdük, Green Turtle’a ulaşamadık! Ormanın, ormandan ara ara patikalarla çıkılıverilen kumsalın, yeşilin tonlarının, toprağın kırmızısının ve tabii aradaki bol “aaa obrooooniiiiiii”li köylerinin ardından; acaba daha kaç saat yürüyeceğimizi merak etmekteydik ki, yolda bir kamyonet göründü. Green Turtle’ın İngiliz sahibi. 40 yaşında ya var ya yok, çok güzel bir kadın.
-          Arka koltukta kızlarım oturduğu için kabine davet edemem ama isterseniz kamyonetin arkasında götürebilirim sizi…
-          E dolu ya orası?
-         Sörf aletleri ve çadırlar... Üstüne oturabilirsiniz.

:))))))) Evet. Bir kamyonetin arkasında, yığınla eşya ve eşyaların arasında sonradan fark ettiğimiz Afrika’lı bir adam ve adamın kendi boyundaki hasır sepetiyle hoplaya zıplaya vardık gideceğimiz yere. Bir noktada gülmekten dengemi kaybedip, çadırların arasına gömüldüm! :)
***
Emily diyor ki, “Afrika’ya has bir şey bu, ne zaman en olmadık yerde zor durumda kalsam, orda olmasını en beklemediğim kişi aniden belirip yardım ediyor. En imkansız saydığım şeyler yolunu bulup akıyor”
Aynısı oldu, sabah otelde oturmuş, 2 günümüzü nasıl geçireceğimizi düşünüyorduk; arabamız olmadığı için bulunduğumuz yerden çıkamıyor, telefonlar da çekmediği için, taksi çağıramıyorduk. En olmayacak iş oldu, otelin bir noktasında hiç kıpırdamadan durursan vodafone çekermiş, ben şans eseri telefonumu orada unutmuşum, o sırada da emlakçımız Benee’nin bizi arayacağı tutmuş. Takoradi’de golf turnuvasını tamamlamış (süper ironik bir şey, farkındayım!) eve dönmeye niyetleniyormuş ki, burada olduğumuzu duyunca, -ARABASIYLA BİRLİKTE- bize katılmaya karar verdi. Kendisi şu anda en sevdiğim Gana’lı vallahi, Green Turtle’da bizimle buluşmasının ardından, 2 gün onun arabasıyla dolaştık, Dixcove diye enteresan bir balıkçı kasabasına uğradık, -artık alışmakta olduğum- bir diğer köle ticareti kalesi gezdik, yine bol bol fotoğraf çektik. Fotoğrafları facebook’a yüklüyorum yine.
***
Dönüş yoluna çıkmamızdan hemen önce otelin sahipleri (İsveç misveç.. Gana’lı olmuşlar vallahi) dediler ki, o sizin otobüsle geldiğiniz yol, yayın kavisli kısmı gibi, gereksiz uzun. Şu yoldan giderseniz en az 2 saat kazanırsınız.
Son sözler.
Stabilize yol, kötü yol, delik deşik yol, heyelanlı yol… İfade etmek için uygun kelimeleri bulmakta zorlanıyorum; Türkiye’nin hemen hemen her yerini görmüş biri olarak benzeterek anlatacak bir örneğim de yok. Çift tarafı orman, yeşilin her tonundan bir doğanın ortasına belki 10 sene önce dökülmüş asfalt, yıl boyunca her gün, 30 derecenin üstüne çıkan sıcağa maruz kalmış, erimiş. Üstüne her gece bizim hiç tanımadığımız bir kuvvette yağmur yağmış, yolda delikler açılmış. Hiç bakım yapılmamış, yol yine erimiş yine delinmiş. Delikler büyümüş çukur olmuş, çukurlar büyümüş hendek olmuş. Ara ara asfalt tamamen yok olmuş, altından çıkan kırmızı yumuşak toprak, yağan yağmurla birlikte kazınmaya başlamış. Bu sefer daha kolay oyulan yolda dev göçükler oluşmuş. Göçüklerden birbirine doğru kayan topraktan dalgalar büyümüş. Bu arada yağmur yağmaya hep devam ettiği için, tüm delikler, çukurlar, hendekler su dolmuş.
Bunun üstünde geldik. 8 saat.
Değdi mi? Tabii ki :) Burası Gana.

***

P.S. Su borusu, kanalizasyon sistemi ve duşun olmadığı bir yerde nasıl banyo yaparsınız? Cevap:Kare şeklinde bir alana yerleştirilmiş dört direğin çevresine sarılı hasırdan insan boyu kadar bir örgü sizi saklayacak yeterli alanı veriyor. Yağmur suyunun dolduracağı büyükçe bir kovayı da hazır edip, suyun dolmasını beklerseniz banyonuz hazır! Hele bir de banyo yaparken yağmur başlarsa nasıl zevkli bir deneyim olduğuna inanamazsınız! :)
















P.S. Fotoğraflar blog’un facebook sayfasında. “Like” edip sürekli takip edebilir, yada sadece bakabilirsiniz:
Sevgiler,