- Endişeden ölen olmamıştır değil mi? Bayılan olur ama… Mesela şu anda burada panik atak geçirsem beni kim, nasıl kurtarır? Hayır daha beteri, korkudan bayılırsam nereye düşerim!? AAY! Pardon..!
Ben yüksekten korkarım. Taa bir zaman ailecek Samsun’a giderken kar fırtınasında kaza yapmıştık da, babamla abimin zincir takmak için arabadan indikleri sırada, -ben ve annem içerideydik- araba uçuruma doğru geri kaymıştı. En eski onu hatırlıyorum. O zamandan beri korkarım diyeceğim ama, bir kere Uludağ’ın zirvesine, bir kere de Alanya kalesine tırmandım. Gerçekten fobik olsam çıkamaz mıydım? Gerisini dinleyin. İkisinde de en tepe noktada donup kaldım. Beni indirdiler.
“Seni zorla mı çıkartıyorlar şekerim oraya?”
Çıktım.
Ne yalan söyleyeyim, ölesiye korktum ama kesinlikle değerdi. Ağaçların heybeti, ormanın renkleri, nemin içinde yürüdüğün için sürekli yağmur yağıyormuş hissi… Bugünü “Gana’da yağmur ormanlarında gezerken çıktığım asma köprüler” diyerek hatırlayacağım. Geleceğimden böyle bir anıyı silemezdim :)
Geceyi geçirmek için gittiğimiz otel, kumsaldaydı.
Atlas okyanusu, ucu bucağı olmayan kumsal, palmiyeler, bir bar ve kaldığımız oda-bungalovlar. Istakoz :) İnsanın burada ömrü uzar.
İkinci günün programında Elmina adında bir kale vardı.
Benim aklıma kale denince, savaş geliyor; serbest çağrışım top-tüfek, savunma, hisar ile devam ediyor. Kale gezmek, yeni bir şehre gidildiğinde yapılması zorunlu olmayan ama listede varsa kesin yerine getirilen, çok da zevkli olmayan bir aktivite benim için. Gezersin, içi de boştur zaten, kısa bir turlarsın, burçlarında 2 fotoğraf çeker geri inersin.
Afrika’da kale dendiğinde insanların aklına köle’lerin satıldığı limanlar geliyor. Gana, Batı Afrika’nın geçiş kapısı olarak kullanıldığı için, bölge ülkelerinden toplanan kölelerin tamamı –vücutları kızgın demirle yakılmak suretiyle- damgalanarak satılmak üzere Gana’nın 3 kalesinden birisine getiriliyormuş. O kalelerin en büyüğü, Cape Coast şehrindeki Elmina. Buradan 7 milyon insanın geçtiği, bunların 3 milyonunun kale içinde öldüğü sanılıyor. (Köleliğin en kötü yanını "köle olarak satılmak" zannederdim, bu kaleyi gerken insan, "satılmanın" neredeyse mutlu son sayılabileceğini düşünüyor.)
Kadın ve erkek bölümleri var. Yahudi kamplarını çağrıştıran –belki daha bile zalim- odalarda, aylarca çıkmadan (tuvalet, banyo hiç birşey yok) tutulmuş bu “insandan sayılmayan” kişiler. Hastalananlar 30’ar kişilik gruplar halinde zindana kapatılmışlar. Ölü bedenleri çıkartmak için kapıyı açmalarının şartı, içeride en az 15 kişinin ölmesiymiş.
En etkileyici kısım da… Kölelerin tutuldukları kapalı alanlardaki kesif koku hala duruyordu… İçeride 5 dakika kalamadık…
Şimdilik burada kesiyorum. Daha dünyaları yazasım var ama nasıl olsa bir kere daha gideceğim buraya, zamana bırakıyorum. Abim ve annem yılbaşında geldiklerinde ilk olarak nereye gideceğimiz belli oldu :)
P.S. Fotoğraflar, facebook sayfasında. Sayfayı aşağıdaki link'ten görebilir, "like" ederek, oraya yüklediğim herşeyin size haber olarak gelmesini sağlayabilirsiniz.
http://www.facebook.com/#!/pages/Anne-ben-afrikaya-ta%C5%9F%C4%B1n%C4%B1yorum/199743423431912?sk=wall
Sevgiler,