1 Ekim 2011 Cumartesi

ANNE BEN OBRONI OLDUM :)

-          Aaa  Benee,  burada ray hattı var, şehirden tren mi geçiyor yoksa?
-          SAKIN HA :)

Tren varmış da, İngilizlerle birlikte gitmiş, üstünden de 30 sene geçmiş. Şimdi yük taşıma için günde birkaç vagon geçiyormuş sadece, o da yakınına bile gitmemeye yetecek kadar tehlikeliymiş.

***
-          Benee, Kwame ne demek, bak şurada yazıyor?
-          “Pazar doğan erkek” demek
-          Nasıl yani bu bir isim mi?
-          Evet, Gana isimleri, haftanın hangi gününde doğduğuna göre verilir. Örneğin Kofi (Kofi Annan’da olduğu gibi) Cuma doğmuş.

Bu gerçek :) Gana’da toplam 14 tane isim vamış, kız ve erkek için ayrı olmak üzere, haftanın her gününe ait bir isim var. Modern hayatla birlikte bazı aileler çocuklarına ikinci bir isim koymuşlar, Benee’de olduğu gibi, ama yine de illaki doğduğun gün belirtiliyor.

***
-          Benee, bizim ev nerede?
-          Hmm, anlatması zor :)
-          Kızlardan resmi adres istedim gelmeden önce, google maps’ten bakmak üzere… Bana dediler ki, adres kullanılmıyormuş..
-          Bu doğru :) İhtiyaç duymuyoruz
-          Nasıl ihtiyaç duymazsınız Benee, postayla bir şey kabul etmiyor musunuz?
-          Posta kutularımız var, kimse ev adresi kullanmaz burada :)

Bir blok boyunca uzanan duvar, duvarın üstü boyunca kırmızı posta kutucukları, kutucukların üzerinde numaralar… Ben de mi edinsem bir tane?
***
Ve resmi olarak Afrika’dayım! Düşündüğümden daha yoğun, daha yeşil, daha toprak, daha renkli, da siyah, daha, daha, daha… Afrika :)
***
Efendim, meğer Akra’ya kadar yaptığımız yolculuk, herhangi bir uluslararası yolculuktan farksızmış, asıl macera iç hatlara geçtiğimizde başlıyormuş. Bu noktadan sonra hayat, dünya, zaman.. her şey değişiyor! Hazır olun şimdi;
Yalnızca havaalanının içindeki vezneden, nakit ödeme yapılarak alınabilen –herşey gibi aşırı derecede pahalı- biletlerimizle, toplam 15 kişinin binebildiği uçağımıza geçtik. Pervaneli, kanat boyu max 10 m uzunluğunda, ara ara paslı, çok eski bir Antrak Air uçağı. Koltuk düzeni 1 + 1 ve iki koltuğun arası zayıf bir insanın geçebileceği kadar. İçerde bizim dışımızda 1 pilot ve 1 yardımcı pilot var; arada kapı, dolap vs olmadığı için oturduğumuz yerden, pilotlar ve önlerindeki yüzlerce düğmeden, göstergeden oluşan panel aynen görülüyor.
Yola çıkmadan önce, yardımcı pilot (Gana’lı) bizlere doğru dönerek dedi ki, (adamcağız uzun boylu, ayağa tam kalktığında kabine sığamıyor :)) güvenlik bilgileri koltuk önlerindeki ceplerde mevcut, onları okuyabilirsiniz. Böylece yola çıktık. Burada birkaç saat geçirdikten sonra insan anlıyor ki “obroni – beyaz adam”a ait olan her şey güvenilir, pilotumuzun da bir obroni olduğunu görünce rahat bir nefes aldım.
Hava şartlarına ve yolculuk sırasındaki tüm sarsıntılara rağmen oldukça sakin geçen 40 dk’lık uçuştan sonra Kumasi havaalanında indiğimizde karşımda kerpiç olduğunu sandığım sarı bir bina, çevrede göz alabildiğine yeşil bir alanla karşılaştım. Düşünüyorum.. Türkiye’deki bir havaalanıyla eşleştirerek anlatmak istiyorum ama zor.. Daha ziyade aklıma, Metin Akpınar’ı oynadığı Propoganda filmindeki sınır çizgisi geliyor. Herşey o kadar “temel” düzeyde yani :)
***
Bu sefer beni karşılayan kişi Benee, emlakçımız. Burada “obroni” ile çalışan diğer Gana’lılar gibi Benee’nin de maddi durumu da iyi görünüyor. Çooook eski ve kırık dökük de olsa bir 4x4 aracı ve aracın üstünde golf kulübü üyelik etiketi var.
20 dk kadar süren bir yolculuk boyunca çevreyi seyredip Benee ile muhabbet ediyorum. Yerleşik bir şehir düzeni yok gibi, çok geniş bir ormanlık alana yayılmış, bloklar halinde ev ve barakalar var. Esasında Kumasi, Gana’nın,  1,5 milyon nüfusu olan, 2. büyük kenti. Yani Konya kadar büyük olması beklenir. Fakat şehrin içine girince o büyüklük hissedilmiyor. 2 büyük ana yol var, biri Akra’ya biri de bilmediğim başka bir tarafa doğru gidiyor; onlardan ayrılan yan yollar ve onlardan da ayrılan daha da yan yollar var. Bu yolların çevresinde blok alanlarda yaşanıyor ve çalışılıyor. Bir şehir merkezi var tabii –posta kutularının ve bir süpermarketin bulunduğu yer: Adum - ama gördüğünüzde “hah işte merkeze geldik” demezsiniz.
Dikkat çekici olan, yol boyunca her şeyin çok renkli oluşu. Ağırlıklı olarak bayraktaki renkler, sarı yeşil kırmızı ve siyah olmak üzere, her yer çok renkli. Binalar, çaltılar, kıyafetler.. rengarenk! Tabii ki çok fakir, perişanlığın boyutunu zaman içinde fotoğraflardan göreceksiniz, ama neşeli bir ilk izlenim uyandırdı bende.
***
Eve vardığımızda saat 14.30’u geçiyordu. Yeni arkadaşlarımla tanışarak ve “sarılarak” – çok uzun yollardan geldim, sarılmaya ihtiyacım var!- içeri girdim. Ev ahalisine geçmeden önce biraz evden söz edeyim.
Şimdi, öncelikle şehrin en iyi ve güvenli yerlerinden birinde oturuyoruz. Bölgenin adını henüz ezberleyemedim ama burada ağırlıklı obroni’ler oturuyor ve Kumasi’li zenginler. Örnek vermek gerekirse yan bahçedeki evde Gana kralının resmi karısı oturuyor. (Bu kadın neden sarayda değil, kral buraya gelmiyor mu, kralın kaç karısı var, diğer kadınlar nerede yaşıyor diye sorarsanız, henüz bilemiyorum ama zaten orta vadede Gana prensiyle tanışacağım için kraliyet ailesinin dedikodularını zaman içinde paylaşacağımdan emin olabilirsiniz :) Şimdilik geceleri evde ışık yandığı ve perdelerin açılıp kapandığı bilgisine sahibiz)
Ev, fotoğrafta göründüğünden daha iyi durumda. Açıkçası dışının rengini ve bakımsızlığını gördükten sonra odalarla ilgili içten içe endişeleniyordum. Ha endişe edecek bir şey yok muymuş derseniz… hmmm e varmış… ama o kadar da değilmiş :)
Hani Mardin’de yamaca kurulu evler vardır, birkaç küçük evin birbirine geçişmesinden oluşan köşklerde yaşanır; onun düz zemine kurulmuş versiyonu gibi. Sanki 3 ayrı evi birleştirmişler de dev bir alan yaratmışlar. Tek bakışla algılayamayacağınız kadar çok sayıda oda var bir kere. Alt katta devvvvvvv bir salon, devvvvv bir hol, devvvvv bir mutfak var. Bunun yanında kullanılmayan boş bir oda, bir banyo ve bir tuvalet de bulunuyor.
Odaları dahil her yanı sarı-turuncu kalebodur kaplı evin mavi-fayans merdivenlerinden üst kata çıkılıyor, karşınızda bizim odalarımız. Yine bir sürü oda; o kadar ki, henüz kendi odamı bir bakışta seçemiyorum. Çok az eşya var, salonda televizyon ve bir oturma grubu, mutfakta ufak birkaç beyaz eşya, odalarda da yataklar. Ev bu kadar :)
***
Eve ulaştığımız sırada iphone’um çalışmayı kesmişti. Ekran tamamen gitti, simsiyah oldu. “Neyse artık bir çözüm buluruz, zaten Türkiye telefonu kullanacak değilim ya, yerel hat alınca iletişim sorunu kalmaz. Elveda iphone” derken…
Para çekmeye gittiğim banka ATM’si, HSBC hesap kartımın şifresini kabul etmedi. Allahtan diğer bankanın ATM kartını da getirmiştim ama o bankaya para transferi yapmak için internet bankacılığı şifresine ihtiyaç duydum. Bilin bakalım o şifre hangi telefona gidiyor :) Of telefon of, bozulacak zamanı buldun..! iphone sim kartı başka telefonlara uymadığı ve burada turkcell sim kart çıkarttırabileceğim bir yer de olmadığı için iphone’u nerede tamir ettirebileceğimi aramaya koyuldum. “Apple store” yokmuş ama “Apricot store” varmış! :) Gerçekten! Bugünlük bu kadar stres yeter diyerek eve geri döndüm, sorunlarımı da ertesi güne erteledim. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Steffi, çalışması lazım bu aletin, böyle olmaz bu, diyerek telefonun orasına burasına basarken, bir şekilde çalıştırmayı becerdi! :) Artık param, iphone’um, yerel vodafone hattım ve yanımda gezdirebildiğim kablosuz internet modemim var.
***
Eve katılması beklenen son kişinin de –bu ben oluyorum :)- gelişiyle beraber bir kutlama yemeği için “Sir Max Hotel”e gittik akşam. Eve çok yakın, Gana kriterlerinde düzgün bir otel. Bizim evin önündeki, kenarında orman başlayan kırmızı toprak yoldan yokuş yukarı 10 dk kadar yürüyüşle ulaşılan otel, bu bölgenin sosyal alanı gibi. Kumasi’ye çeşitli ülkelerden çalışmak için veya gönüllü olarak olarak gelmiş obroni’lerin, bölgede altın madenciliğini yöneten Çinlilerin (? – öyle dediler) ve Kumasi’li zenginlerin geldiği bir yer. Geniş bir menüsü var, yemekler güzel.
***
Eve döndüğümüzde üstümden kamyon geçmiş gibi hissediyordum.. Esasında gün içinde çok fazla fiziksel efor harcamadım ama buraya kadar gelmiş olmanın ve yüzlerce yeni şeyin ağırlığı üstümden dökülüyordu. Dedim ki bir güzel duş.. Sonra kendimi yatağa atacağım. Amaaa…
Evet. Banyo.
Banyomuz biraz… şey.
İstanbul’da her ev değiştirişimde bana gösterdikleri evlerin banyolarına “çıplak ayakla basamayacağımı” söyleyerek, bana kaybettirdikleri zamandan dolayı azarladığım bütün o emlakçılar bir araya gelip toplu “ah” etmişler sanki. Alışacağım.
***
Enteresan bir sakinlik var üstümde. Ters giden bir sürü şeye rağmen sinirlenmedim, gerilmedim. En korkuncu banyo kısmıydı (Afrika’daki varlığımı sorgulatan cinsten) onu bile kolay atlattım. Bozuk klima, kırık yatak, ortaya yerde arabalara doğru işeyen adamlar (merak edenler için – üstleri giyinik), evde varlığından söz edilen kertenkeleler –böcek(!) ve sinekleri yediği için sevdiğimiz(!!!)-, gelir gelmez bozulan iphone’um, bankamın Gana’ya gelişimi kutlar gibi, kartımı kabul etmeyişi.. Bir şekilde hepsine gülüyorum :)
Gece yatmadan önce, ilk günümü sağ sağlim atlattığım için kendimi kutlarken bir yandan da yatağımın tepesinde asılı, her türlü sineği böceği uzak tutsun diye ilaçlanmış cibinliğimin kenarlarını yatak çerçevesinin içine sıkıştırıyordum.
Ve artık Afrika’da yaşıyorum.