7 Ekim 2011 Cuma

BAGIRSAKLARIMDA TENYALARA DA SEBEP OLSA, YARGILAMAYACAGIM

“Her tarafıma fufu kokusu sindi”
Fufu’nun fotoğrafı yok ne yazık ki, “oraya” gittiğimizde fotoğraf makinasının şarjı bitmişti. Gerçi şarjım olsaydı bile ellerimde vıcık vıcık fufu vardı, makinaya dokunamazdım. Ellerimde fufu olmasaydı bile, oradaki onca insan, kendileri fufu yerken fotoğraflarını çekmeme izin vermeyecekti. Zaten beni fufu yerken görseniz, sizlerle ilişkimizin devamlılığı açısından pek sağlıklı olmayabilirdi :)
Buna sonra geleceğim.
***
Dün bütün günümü, ben bu ülkeye ne açıdan faydalı olabilirim konulu araştırmam sebebiyle evde çalışarak geçirdim. MDC (Millenium Development Cities), bunun Birleşmiş Milletler’e ait milenyum gelişim hedefleri ile bağı ve tüm bunların benimle ilgisi üzerine bir süre çalıştıktan sonra geldiğim noktada, umut vadeden bir sektör özelinde, Gana sıfatı altında konumlanacak bir yatırım markası yaratmanın, benim burada yapabileceğim en iyi iş olduğuna kanaat getirdim.
Genel anlamda çıkarttığım iş planı şu;
1.    Devletin “Yatırım Pazarlama Ajansı” ile bir toplantı yapmak ve ülkenin kendini bir yatırım alanı olarak “market” etmekle ilgili bir stratejisi ve bu doğrultuda hazırlanmış bir iş planı olup olmadığını anlamak. Var ise, işim çok kolaylaşıyor, var olanı takip edeceğim. Kumasi kolunun yöneticisi ile tanıştık bugün, detaylı konuşmak için pazartesi sabaha sözleştik.

2.    Sektörleri araştırmak ve kaynak bulabileceğimi düşündüğüm alanlarda geçmişte yapılmış proje ve yatırımları okumak. YPA’dan bu konuda kaynaklar buldum bugün.

3.    MDC'nin yayınladığı “yatırım pazarlaması” kılavuzuna göre, bir ülkeye yapılan toplam yatırımın %70’i, o ülkeye daha önce yatırım yapmış kişilerden geliyormuş, dolayısıyla seçtiğim sektörde daha önce Gana’nın başka şehirlerine iş kurmuş yatırımcılarını bulup, bir iki tanesiyle röportaj yapacağım.

Bir ülkeyi yatırım alanı olarak pazarlamak fikri beni öyle heyecanlandırdı ki, Türkiye’de birlikte çalıştığım reklam ajansını aradım. (Öyle ya, elimizdeki ürünü değiştiremiyor, maliyetlerle oynayamıyor ve spesifik alana özel dar kapsamlı görseller çalışıyor olacağız, böyle bir cambazlığı ilaç ajanslarından daha iyi kim yapabilirdi ki :) Eğer böyle bir iş için benimle gönüllü çalışmayı kabul ederlerse değmeyin keyfime. Gelsin  skype başında beyin fırtınaları!
***
Heyecanımın azıcık yatıştığı, hangi alanda çalışacağıma dair biraz daha fikir edindiğim bugünün durağı, küçük çaptaki iştirak sahipleri idi. İlgili derneğin başkanı, birlikte çalıştığım Dommie ve ben, bir terzi (bungalov dükkan), bir berber, bir kuaför ve bir promosyon malzemesi baskı atölyesinde geçirdik. Her birinin sahibiyle, ne kadar para kazandıklarını ve genel anlamda nelere ihtiyaç duyduklarını konuştuk. Bu insanlar için yapılabilecek çok fazla şey var… Ama bir alanı seçmem gerekecek ve tercihim, etkisi de kendisi de büyük endüstriyel alanlar olacak.
Fotoğrafları paylaşıyorum:




















***
Veeee günümüz bitti derken, Dommie beni eve bırakmadan önce ne yemek istediğimi sordu, ben de –sonradan fena halde pişman olacağım/olmayacağım !!! -  geleneksel bir şeyler istediğimi söyledim. (Geleli bir hafta oldu, bedenim ortamdaki zararsız bakteriye mikroba adapte olmuştur artık, o şeylerin hepsinin tadına bakmak istiyorum :)
Efendim, fufu yemeye gittik.
Fufu, buranın geleneksel yemeğinin adı. Temelde, sulu bir yemek denilebilir, bazında mısır ve bambu benzeri bir bitkinin lifinin dev ahşap havanlarda dövülmesiyle ulaşılan bir macun bulunuyor. Üstüne, bizim etli sulu yemek diyeceğimiz türden bir çorba dökülüyor, onun da içine, haşlanmış et ekleniyor. Yemeye başlamadan önce herkes, kendisine verilen 2 porsiyon büyüklüğündeki ahşap çukur kabın içine, seçtiği malzemeleri ekletiyor, yani farklı kombinasyon seçenekleri var. Enteresan olan şu, yemeğin içine antilop eti, koyun eti ve balığı aynı anda ekliyorlar ve sen daha dur diyemeden elinde dev bir tabak “karışım”la kalakalıyorsun.
***
Tony arabayı park ettiği esnada, çevrede restoran göremediğim için, yemekten önce halledeceği bir işi var sandım. İkimiz de arabadan indik, biraz yürüdük, dar bir apartman aralığına yöneldik ki, Dommie konuşmaya başladı: “Madem yerel olsun istedin, burası bulabileceğin en fufu’nun yapıldığı en geleneksel yer, geç bakalım.” Koridor boyunca ilerledik, binanın iç avlusuna çıktık. Kenarda bir kadın, yarı belinden ikiye kesilmiş balıkların, kuyruk bulunan kısımlarındaki pullarını ayıklıyor. (Sonradan o kuyruğu yemeğimin içinde gördüm ben). Ortalıkta sinekler, ara ara öbeklenmiş kemikler ve artık etler. Avlu ıslak, bir taraftan sürekli yıkanıyormuş izlenimi veriyor. Plastik variller dolusu su var çatıyı tutan ahşap kolonun dibinde, suyun üstünde yüzen maşrapalar, varillere bitişik, üst üste sıralanmış küçük boy plastik leğenler. İnsanlar tahtadan çakılmış yere yakın taburelerde oturuyor, karşılıklı oturak olarak kullanılan her tabure çiftinin ortasında, aynı büyüklükte yapılmış masa tabure. Az ötede kazanlar dolusu farklı çorba (bana sorarsanız hepsi ayrı birer sulu tencere yemeği onların) altlarında odun yanıyor.
Sistem şöyle işliyor, müşteri olarak kazanların önündeki kuyruğa giriyorsun önce. Eline bir ahşap tabak tutuşturuyorlar. Tabağın içinde fufu var (hem yemeğin bazındaki macuna hem de yemeği toplamına fufu adı verilmiş) kazanları işaret ederek sana diyorlar ki, çorba seç. (Allah’ım ben bu şeyleri nasıl yerim! Bu noktada Dommie benim için “yeşil yaprak” isimli çorbayı uygun buluyor) Seçiyorsun çorbayı, sonra diyorlar ki, et seç. E çorbayla beraber koydunuz ya eti, daha ne ekleyeceğiz..? Sen endişeli bakışlarla olayı anlamaya çalışırken yanındakiler balık koy, antilop koy, keçi koy, tavuk koy diyorlar; koca bir kepçe, o kazanlara dalıyor, kuyruğu üstünde haşlanmış yarım bir balığı ve bilmediğin hayvanların kırmızı etlerini çıkartıp yemeğinin içine atıyor.
“E bari şu mantarlardan da ekleyelim” (yemeğimin içeriğine karıştığım tek kısım :)
Çok şükür seçim kısmı tamamlandı, artık masadayız. Kenarda toplu halde duran o leğenler el yıkamak içinmiş. Neden mi lavaboya gitmiyoruz? Çünkü bu yemeği elimizle yiyeceğiz ve yemek boyunca bir taraftan elimizi sürekli yıkıyor olacağız. Kişiye özel leğenlerimiz yerde, sabun niyetine önümüze koyulan deterjanlar ve içi su dolu olarak yine kişiye özel servis edilen maşrapalarımızla ellerimizi azıcık azıcık çalkalamamız bekleniyor. (Yemek tek sağ elle yeniyor dolayısıyla sol elin görevi, temiz ve kuru kalarak sağ elin yıkama suyunu dökmek.) Tabii ben o deterjanla iki elimi birden köpük köpük yıkamaya başlayınca su yetişmedi, bana iki maşrapa daha su getirdiler, çevremdekiler –baya yüksek sesli gülerek- eğlendiler benimle :)
Sonuç mu? Yemek çok lezzetli! Gerçekten.
***
Dün abim dedi ki, kafalarındaki beyaz hâkimiyetiyle yaşadıklarına şaşırdığını söylüyorsun ama yazılarında, senin de aynı üstünlüğe inandığın hissediliyor. Fufu’cuya girdiğimiz sırada kendimi, Tony’i kırmadan buradan kaçmanın bir yolunu bulur muyum diye düşünürken buldum ki, aklıma abimin cümlesi geldi. Tamam, yargılamayacağım, bağırsaklarımda tenya’lara da sebep olsa yargılamayacağım ve bu kültüre karşı açık olacağım, kabul edeceğim… Tut nefesini ha gayret biraz daha yargılamadan evet… ve sonuç: yemek çok lezzetli!
Baharatlı ve –çok değil- acı. Bahsi geçen macunumsu baz, çorbanın lezzetini içine çekiyor, iyice yumuşak lezzetli bir hamur formunu alıyor. İçerikte bulunan farklı etlerin her birinden zevk aldığımı söyleyebilirim –o balığı tabii ki yemedim- Hele de antilop etini, şimdiye kadar yediğim kırmızı et çeşitleri arasında 1 numaraya koyarım.
***
Yerel lezzet deneyimim burada bitmedi. Sokak ızgarasından alınmış “roasted plantain” var sırada. Sonra :)

P.S. Facebook’taki “Anne ben afrika’ya taşınıyorum” sayfasına fotoğrafların devamını yüklüyorum.
Like ettiğinizde yüklenen herşeye dair bildirim geliyor olacak. Link aşağıda:
Sevgiler,