5 Ekim 2011 Çarşamba

KUMASI IS CEVRELERINDE TANIDIKLARIM VAR :)

-          Daniel şimdi senden bir şey isteyeceğim, sen satmıyorsun ama… Tahminen şu büyüklükte, kutu şeklinde bir böcek ilacı düşün… İçinde böcekleri çeken bir madde var. Böcekler içine giriyor, sonra orda zehirlenip ölüyor.

-          Şu sprey olanlardan alsana, bak burasından sıkacaksın böceğin üstüne

-          Yok Daniel, böcekler bu bahsettiğim kutunun içine girecek ya, orada ölecekler, ben de onları hiç görmeyeceğim.

-          Ooooo, sen böcekleri görmek istemiyorsun yaniiiii? (arada gülüp benimle bolca dalga geçiyor)

-          Daniel bana o kutuyu bul, kaç cedi istersen veriririm.
Görüldüğü üzere bungalov dükkanların içinde vakit geçirmeye başladım! :)

***
Dün esasında işteki ilk günüm olacaktı. Fakat MDC'nin (bu benim bağlı çalıştığım grubun kısa adı – Millenium Development Cities) başındaki yöneticim Afua'ya ulaşamadığım için çalışamadım. Tek veya ortak bir ofis yok, herkes bir yerlerde çalışıyor, dolayısıyla Afua ile bağlantıda olmak benim için hayati önem taşıyor şu an. Kendisine bıraktığım telesekreter kayıtları, cep telefonu mesajları ve gönderdiğim e-mail’in ardından bir sonuç alamayınca, günümü biraz “sosyalleşerek” geçirmek istediğim için Steffi'ye katıldım.
 Steffi MDC'ye bağlı “Gelişim Okulları” projesinde çalışıyor. Amerika’da seçilmiş bir grup okul ile onlarla kardeş olarak tanımlanmış 180 civarında Kumasi okulunu skype üzerinden bir araya getirmeye çalışıyorlar. Amaç, karşılıklı olarak diğer kültürleri anlamak ve bakış açılarını zenginleştirmek. Önceki gönüllülerin çalışmaları sonucunda bilgisayarlar alınmış. Okullara, bilgisayarlar bozulduğunda konuyla ilgilenecek teknisyenler yerleştirilmiş, fan’lardan dolayı aşırı ısınmadan korunmak için tavanı pervaneli ve kapısı kilitli birer bilgisayar laboratuarı kurulmuş. En son, modem ve internet paketi de sağlanmış ama internetin sınırlı kullanım hakkından kaynaklı sorunlarla sistem kullanılamamış. Şaka gibi değil mi? Steffi'nin geldiği döneme kadar geçen, 2 gönüllü arası süreçte, internet sağlayıcılarıyla kimse pazarlık etmemiş, o kadar çabadan sonra bilgisayar laboratuarları kilitlenmiş, öylece kalmış. Dün ben kendisine katıldığımda, eğitim bakanlığına bağlı ama MDC içinde çalışan ortağı Kobby ile birlikte, bir internet sağlayıcısıyla toplantıya gidiyorlardı.  
Steffi'nin şoförü Ahmad bizi aldı (şoförlü araba diyince heyecanlanmayalım, 80’lerden kalma bir Nissan Primera’mız var, teybi çalışmıyor, vites kolunun da sadece topuzu sağlam :) şehrin içinde bir yarım saat gittikten sonra iş hanı gibi bir binanın yanında bıraktı. (İş hanı derken nasıl anlatsam… Enine beton bir bina, ara ara tamamlanmamış inşaat kısımları var; bitirilmiş duvarlar ise boyanmamış-sıvasıyla duruyor. Sanki bina tamamlanamadan savaş çıkmış, savaştan sonra da hiç tadilat yapılmadan 30 sene geçmiş gibi) Binanın kenarında kırık tuğlalarla örülü bir kapıdan –Allah’a emanet :)- içeri girdik, merdivenlerden ikinci kata çıktık. Evet! İnternet sağlayıcısının yazıhanesi burası! Neşeyle buyur edildik, daha da dökülmekte olan iç odaya geçtik. Hani eskiden köy okullarında, ayakları metalden, üstü ince ahşap kaplı müdür masaları olurdu. Odada, o masalardan vardı 2 tane; ilk masanın başında, 30 yaşlarında iki adam (İş sahipleri – pazarlık onlarla yapıldı). Diğer masada ise, işi, -tam anlayamadım ama- bir tarafı boyanmış kağıdın diğer tarafına tutkal sürmek olan genç bir kız bulunuyordu (bir tür ilan hazırlıyordu sanırım).
Arka planda pazarlığın yankısı, odayı inceledim yarım saat filan… Ortamda yeni ve çalışır durumdaki tek şey olan klimanın motor gıcırtısı, yerde farklı halı-fleks’lerden kesilmiş parçalar, binanın genelindeki duvar sıvasının üstüne vurulmuş beyaz kireç, hala günde 10-15 dakika da olsa yağan yağmurun yoğun nemi, duvarda asılı –çaprazlama kırılmış ama tam da ayrılmamış- belli ki aktif kullanılan beyaz yazı tahtası… Ve beraberinde, sınırsız kullanım hakkını 2 megabit hızla sağlayacak olan hizmet bedelinin İngilizce pazarlığı. Ne toplantı ama!
***
Günün geri kalanında Afua ile konuşmayı başardık, bir sonraki gün için randevulaştık. Hava atmak gibi olmasın, Afrika’da toplantım vardı da bugün :D
***
İşimle ilgili kısma geçmeden önce zihnimdekileri aktaracağım birazcık..
Çok farklı bir yer burası. En azından benim bildiklerim gibi değil.
Turist olarak gelseydim eminim yemeğinden, suyundan, yatağından… sakınırdım kendimi . İlk gün insanın aklına gelmiyor değil, ben burada kim bilir nasıl bir ölümcül enfeksiyon kapar da hastanelik olurum diye. Hakikaten, şaka yapmıyorum. Çünkü İstanbul’dan, İstanbul’u norm alarak, İstanbul’la kıyaslarsan burada göreceğin şey bu. Daha geleli çok az zaman geçti ama… Yerleşmeye gelmiş ve buraya mecbur olmak duygusu insanı çözüm bulmaya itiyor. Buradaki yaşama baktığın pencereyi değiştirdiğin anda, o sadece sıva halindeki binaların içlerinin aslında temiz olduğunu, o yüzlerce bungalov dükkanda ise dünyaları bulabileceğini öğreniyorsun. Süpermarketten ziyade çarşıda aradığında işlerin halloluveriyor.
Dev ve boş bir evde oturuyoruz. Sızlanmanın faydası yok, burayı boşkocamaneskibina’dan “ev”e çevirmemiz gerekecek. (Bir hafta önce gelen Steffi ve ben dışındaki gönüllüler Kumasi’ye 1 saat mesafedeki Bonsassa bölgesinde çalışıyor, dolayısıyla onlar sadece hafta sonu geliyorlar. Hal böyle olunca şimdiye kadar –ilk gelenden bu yana geçen 3 ayda-  evi sahiplenen olmamış, her şey derme çatma kalmış.) Yeni hedefim, akla gelen her şeyi bulabileceğimi öğrendiğim Kumasi çarşısında TUZRUHU bulmak :)) (İlk haftadan abartma diyenler olabilir ama banyoda rahat edebilmem için o tuzruhuna ihtiyacım var.)
***
Sokağa çıktığımızda “ünlüler” gibi sürekli izleniyoruz. Herkes, selam verelim diye gözümüzün içine bakıyor. Bebekler, çocuklar, yaşlılar ve en yaşlılar. Yaşı fark etmeksizin herkes bizi seyrediyor, selam verdiğimizde de kocaman bir gülümsemeyle karşılık veriyor. (Bu arada çok ilginç bir detay; karşılıklı olarak, yüzlerimizdeki çizgi ve yaşlılık emarelerini algılayamıyoruz, bugün Steffi'nin şoförü Ahmad beni 20 yaşında zannettiğini söyledi. Ben de güvenlik görevlilerimizden Kofi’yi 40 filan zannediyordum, 65 yaşında çıktı! )
Biz farklıyız ama onların kendi arasında sınıf farkı yok. Herkesin bungalov dükkânı var ne de olsa. Bugün Afua'nın da söylediği gibi, alım ve satım’la dönen bir ticaret var (bu konuda kısa sürede çok bilgi sahibi olacağım, zaman içinde bol bol paylaşacağım) ve herkes aynı şeyi yapıyor. Dükkanı olmayanlar, ayaklı sergilerde, o da yoksa yerde bir şeyler satıyor. Paranın alabildiği şey zaten dört duvar bir çatı olduğu için, dört duvar bir çatınızın daha güzel durması bir önem arz etmiyor.  
***
Bugün Afua ile toplantım vardı; kendisi ve ona MDC'de endüstri ve tarım projelerinde rapor eden iki çalışanla birlikte katıldıkları başka bir toplantının yapıldığı okul binasında buluştular benimle. Burada sonsuz bakir bir alanın varlığından, toprağın çok verimli, iklimin elverişli olduğundan bahsetti. Şimdiye kadar birçok fon almış veya almayı denemişler; yatırımcı davet etmiş, kabul edilmiş/edilmemişler. Çoğu proje bilgisizlikten, yönetilememekten ötürü başarısız olmuş, yatırımcı da kaçmış gitmiş.
Öyle inanılmaz başarısızlık hikâyeleri var ki… Bir yıl, hükümet demiş; ayçiçeği ekilecek, bu işten çok para kazanılacak. Getirmişler çekirdeği, dönümlerce araziye ekmişler. Sonra ayçiçekleri büyümüş, kaliteli de bir çekirdek elde etmişler. Fakat kime satacakları konusunda yol gösteren olmamış, kendileri de bir şekilde(??) ne yapacaklarını bilememişler, çekirdeği depolamaya karar vermişler. Velhasıl bu nemli ortamda çekirdekler depolarda filizlenmiş hepsi çöp olup gitmiş, sen sağ ben selamet, ayçiçeği ekimi mevzusu da böylece kapanmış.
Afua dedi ki, “Bizde potansiyel de var, proje de var ancak, elimizdekinin doğru şekilde pazarlanıp, projelendirilmesi, bu projelerin yönetilmesi gerekli.”
Bu noktada benim tam rolümün ne olacağını sorarsanız, şu anda belli değil. Bu haftayı araştırma yaparak ve anlamaya çalışarak geçireceğim. Önümüzdeki hafta ise MDC merkezinden (New York’tan) bir ekip gelecek. “Kumasi Stakeholders Meeting” dedikleri bu toplantıya hem bakanlıktan hem MDC'den bir sürü insan katılacak. (Afua'nın kullandığı kelime kongre ama bana daha ziyade yıllık toplantı gibi geldi) Bu toplantıya da katıldıktan sonra Afua'ya bir sunum hazırlayacağım  –bu alanda çalışmakta olan bir sürü iş kolu arasında- en çok faydalı olabileceğim konu nedir ve ben ne yapabilirim diye. Ardından da hedeflerimi tanımlayacağız.
Ofisimin nasıl bir yer olduğunu soranlar oldu; merak edenler için, bu hafta evden çalışıyorum. Hangi alanda ne yapacağım belli olunca, beni birlikte çalışacağım dernek veya organizasyonun içinde bir odaya yerleştirecek.
Şu anda sonsuz heyecan verici bir dünyaya adım atıyormuşum gibi geliyor.
***
P.S. Yakın arkadaşlarımdan birisinin babası bana e-mail ile, blog'umu okuduğunu ve beğendiğini yazdı. Ardından da benim için çok değerli bir öğüt verdi, paylaşmak istedim;
“…Ne güzel, kendinle, ağaçlarla, kurtlarla, kuşlarla konuş! Arada bir sus ve doğanın iç seslerini dinle. Ve de yaz. Sakın yazdıklarını beğenmeyip silme. Ne mutlu sana ve de orada tanıştığın tüm güzelliklere. Onlara, elini uzat. Elindeki dost, sevgi dolu enerjiyi anlayacak ve alacaklardır.”


Sevgiler,